Güneşin Doğduğu Yerde Kurulan Antik Medeniyetler

 

…Hattiler, Hititler, Frigler,  Lidyalılar, İyonyalılar, Urartular…

Anatolia, yani Anadolu, Romalılar ona bu adı vermişler. Anlamı GÜNEŞİN DOĞDUĞU YER. Diğer bir adı da Ön Asya‘dır. Türk’lerin yurdu. Antik çağlarda, M.Önceki kayıtlarda Tarih her zaman çok berrak olamamıştır. Bunun en büyük nedeni Tarihten çıkarmaya kalkarsanız ortada tarih kalmaz denilen Yüce Türk Milleti, tarih boyunca yaptıklarını ve zaferlerini pek yazıya dökememiştir. Kadim Türk Milleti, Orta asyadan göç ettikten sonra, Anadoluya yerleşmiş, bir çok kavimle ilişkiler kurmuştur.

Konumuz tam da milattan önce anadoluda yaşayan önemli kavimleri klasik bilgiler ışığında incelemektir. Anadoluya Antik çağda yerleşen başlıca 6 kavim devleti vardır. Fakat gözden kaçırılmasın ki, ne devletler, ne kavimler geldi geçti Anadoludan , Yüce Türk Milleti hala bu topraklarda kök salmış ve kıyamete kadar da bu topraklarda yaşayacaktır.

HATTİLER (M.Ö. 2500 – M.Ö. 1700)

 Ön Asya’ya yani anadolu’ya, Orta Asya’dan gerçekleşen ilk büyük göçten yaklaşık iki bin yıl sonra bu kez, güneyden kuzeye doğru büyük bir göçle bölgeye gelen insanlar, günümüzdeki Arapların ve Yahudilerin ataları olan Akkadlardı.  MÖ 3. binin son çeyreğine doğru yani İsa’nın doğumundan yaklaşık 2 bin 350 yıl önce, Afrika’nın kuzeyinden Sudan ve Etiyopya’dan bir grup Sami kavmi insanları, kuzeye doğru ilerleyerek Mezopotamya’ya girdiler. Bu girişleri ile kendi ırklarından olmayan, Asya kökenli insanların yarattıkları kültürü yerle bir ederek, ortadan kaldırdılar.

Akkadlar MÖ 2350 yılları civarında Ön Asya’ya geldikleri zaman, iki nehir arası ülkesi Mezopotamya’da Sümerler, şehir beylikleri halinde bir başka deyişle, derebeylik sistemi gibi yaşantılarını sürdürüyorlardı. Alacahöyük merkezli Hattiler, MÖ 2500-MÖ 1700 yılları arasında Anadolu’da büyük bir uygarlık oluşturmuşlardır. Hattiler’in göçler neticesinde Anadolu’ya geldikleri kabul edilmektedir. Hititler ile kaynaşmışlardır. Akkad imparatoru Naramsin’in, Anadolu’yu “Hatti Ülkesi” ve Anadolu halkını da “Hatti insanları” olarak ifade etmesiyle Anadolu tarih sahnesine ilk kez çıkmış oldu. Bundan böyle Anadolu MÖ 2. binin sonu kadar “Hatti ülkesi” olarak anılacaktı. Hitit kralları dahi kendilerini “Hatti Ülkesi kralı” olarak tanımlamışlardı.

Diğer yandan, yaşadıkları çağın en yüksek kültürüne sahip olan Sümerler yarattıkları bu yüksek kültüre rağmen, bir bayrak altında birleşip, bir devlet kuramamışlardı. Sümerler  yazıyı ( resimsel -piktografik  yazı ) bulmuşlardır.  İsa’nın doğumundan 3 bin 200 yıl kadar önce kullanılmaya başlanan bu resimsel yazı, dört yüz yıl kadar sonra çivi yazısı halini almıştı. 

Mezopotamya’ya gelen Akkadlar, Sümerlerin aksine, son derece savaşçı, yıkıcı ve yok edici BİR KAVİMDİ. Hemen hemen Sümer şehirlerinin tamamını yok ettiler, yağmaladılar ve Sümer yüksek kültürüne son verdiler. Güneyde Mezopotamya’dan kuzeyde Diyarbakır’da Pir Hüseyin’e, doğuda İran Zağros Dağları’ndan batıda Akdeniz’e kadar olan bölgeyi işgal eden Akkadlar, bir devletten farklı olarak, imparatorluk ölçülerinde topraklara sahip oldular.

Ancak Akkadlar, bu yırtıcı ve yok edici tutumlarına karşın, o güne kadar bilinmeyen bir olguyu da gerçekleştirdiler.  Bu olgu, “devlet” anlayışıydı.  İlk Akkad kralı olarak bilinen Sargon (Şarrukin), dünyanın ilk başkenti yada ilk devlet merkezi olan “Agade”yi kurdu. Agade, tahminlere göre Bağdat’ın kuzeyindeydi. Sömürgeci ve asalak bir millet olan ingilizlerin arkeoloğu Sir Max Mallowan, araştırmalarının en önemli sürecini, yoğun olarak Agade’yi bulmaya harcadı. Ancak, bulamadı.  Antik Dönem saraylarındaki cinayetlerle ilgili romanların ünlü yazarı Agatha Christie, kendisinden 16 yaş küçük olan Sir Max Mallowan ile evlenmişti ve bu evlilikle beraber Agade takma adını alarak kitaplarını bu yeni ünvanıyla yazmaya başlamıştı.

Ticaret, Mezopotamya ile Anadolu arasında kervanlarla gidip geliyorlardı, taşınıyordu. Korumasını da Akadlar yapıyorlardı.

Anadolu’da Hatti Dönemi yaşanırken, Mezopotamya’da Arkaik Sümer, Akkad ve Yeni Sümer dönemlerinde çivi yazısı yaygındı.

Hatti halkının dili Asyanikti ( bitişken ). Bu durum : Türkçenin de içinde bulunduğu dil grubundan olduğu ve Sümerler, Hurriler, Urartular ve Selçuklar gibi Asya kökenli olduklarının kanıtıydı.

Hititlerin Anadolu’ya gelmelerinden yaklaşık 400 sene öncesinde Anadolu’da yaşanan Hatti Çağı ‘nın bir çok simgesi yanlışlıkla Hitit çağına ait gibi tanınmaktadır ( Güneş, geyik, aslan, boğa ).

HİTİTLER (M.Ö. 1700 – M.Ö. 700)

İlk Çağ Anadolu medeniyetleri arasında en çok öne çıkan ve dikkat çeken Hititler‘dir.
Anadolu’ya Kafkaslardan geldikleri ( Türkler ? ) tahmin edilmektedir. Anadoluda Kapadokya bölgesinde kurulmuştur. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy)‘dür. Kral olarak Hitit devletini yöneten kişi hem başkomutan,hem baş yargıç hem de başrahip yetkilerine sahipti.

Hititler’de asillerden oluşan meclise ‘Pankuş’ ismi verilirdi. Bu meclis, kralın yetkilerini kısıtlayabiliyordu. Hititlerde kraldan sonra en yetkili kişi, adına Tavananna denilen kraliçeydi. Hititler’in çok tanrılı bir din anlayışı olmuştur. Bundan dolayı, Hitit ülkesine “Bin tanrı ili” denirdi.(Hititler kendi tanrılarından başka Ön Asya tanrılarına, Lidyalı ve Yunan tanrılarına da inanırlardı.)

Hititler, sanat açısından da gelişmiş bir uygarlıktır. Öyle ki, kayaları düzleştirerek, tanrı kabartmaları yapmışlardır. Bunlar, İvriz ve Yazılıkaya Kabartmaları’dır.

Heykelcilik ve kabartmacılık konusunda bir hayli gelişmişlerdir. “Hitit Güneşi” heykeli meşhurdur. Hititler Asurlular tarafından yıkılmıştırlar.

Çivi yazısının yanında Hiyeroglif (resim yazısı) yazısını kullandılar. Anadolu’da “Tarih Çağlarına” geçen “ilk” uygarlık Hititlerdir. Hitit kralları öldükten sonra Tanrılarına hesap vereceklerine inanırlardı. Bu nedenle, dönemlerine ait olayları, başarıları ve başarısızlıkları Anallara (yıllıklara) yazdırırlardı. Bu, tarihte bilinen ilk “Tarih Yazıcılığı” olarak kabul görmektedir. Hititler’de, halk genellikle Asiller, Rahipler, Hürler ve Köleler olarak sınıflara ayrılmıştır. Bu sınıflar arasında geçiş olabiliyordu.

Hititler Suriye toprakları için Mısır ile yaptıkları savaş sonucunda MÖ. 1280’de Kadeş Antlaşmasını imzaladılar. Tarihte bilinen ilk “Medeni Kanunu” yaptıkları, cezaların genellikle bedel ödeme esasına dayandığı, kölelere mülkiyet hakkı tanındığı da belirtilmiştir.

FRİGLER  (M.Ö. 800 – M.Ö. 676)

Frigler, Sakarya nehri çevresinde M.Ö. 800 yıllarında devlet kurdular. Frigler’in bilinen ilk kralı Gordias’dır. Frigler’in başkenti ise Gordion‘dur. Midas, bu uygarlığın en önemli dini merkezidir. Konusunu FRİG mitolojisinden alan Kral Midasın kulaklarının hikayesinde, Kral Midas’ın tanrılara özenmesi ve kendisini yarı tanrı olarak kabul etmesi sonucu gülünç duruma düşmesini anlatılır.Masalda Tanrı Apollon, Midas’ı eşek kulaklarıyla cezalandırır.

Kral Midas, Tmolos Dağı‘nın yamacında dolaşırken sözde güneş tanrısı APOLLON ile sözde şarap tanrısı Pan‘ın müzik yarışı yaptıklarını ve bu yarışmaya yargıç olarak sözde dağ tanrısı Tmolos’u seçtiklerini görür. Apollon’un lirini de Pan’ın flütünü de dinleyen Midas, flütün sesini çok beğenir.

Tmolos, ödülü Apollon’a verse de yarışmaya tanık olan Midas flütü daha çok beğendiğini söyleyince Apollon Midas’ın kulaklarını uzatıp eşek kulağı haline getirerek öç alır.

Midas, utandığı eşek kulaklarını sivri külahı ile bir süre saklar ama saçını sakalını her gün tıraş eden berberin kulaklarını görmesini engelleyemez. Berber kimseye açmadığı bu sırdan kurtulmak için bir tür kulak olarak benzetilen kuyuya eğilerek “Midas’ın kulakları eşek kulaklarıdır.” diye seslenir. Uğuldayan kuyunun yakınındaki sazlar, yel estikçe dile gelerek “Midas’ın kulakları eşek kulaklarıdır.” diye yankılanmaya başlarlar. Bunu duyan Midas hiddetlenir ve sazların kesilmesini emreder. Ancak kuyunun suyu sazlara geçirmiş ve sırrı yayılmıştır. Sazlar kestirilir ama bu sefer de sırrı keçiler korosu seslendirir.

Sırrı yayılan Midas, zamanla kulaklarına alışır; hatta onları bir ayrıcalık, bir üstünlük olarak görmeye başlar. Artık kulaklarını gizlemez, törenlerde halka sergiler. Midas’ın ona verdiği cezayı hiçlediğini gören Apollon, bu sefer kulakları geri alarak Midas’ı cezalandırır. Halk bu kez Midas’la kulakları artık eşek kulağı olmadığı için alay edip onu aşağılar.

Ekonomileri tarım’a dayanmaktaydı. Kibele ( Kybele ) adı verilen bereket tanrıçaları var.

Friglerin çok tanrılı bir dinleri vardı. Güneş Tanrısı Sabazios ile Ay Tanrısı Men bunlardan en tanınmışlarıydı. Ancak Frigler denince akla ilk gelen tanrıça Kybele’dir. Anadolu’da Erken Neolitik Dönemden beri tapınılan Kybele, Frigler için bir doğa tanrıçası, hatta doğanın bizzat kendisiydi. Kybele için en büyük tapınma yeri Pessinus’ta (Sivrihisar – Ballıhisar) idi. Burada tanrıçayı siyah meteorik bir taş temsil ediyordu. 

Friglerde tarım herşeydi, kanunlar tarım’ın korunması amacıyla çıkarılmıştı, tarım ile ilgili ihlallerde cezalar ölümcüldü. Örneğin, bir öküz kesen veya saban kıran ölüm cezası alıyordu. İlk hayvan hikâyelerini de (Fabllar) Frigler yazmıştır.

Frigler, dokumacılıkta da çok ileri bir durumdaydılar. Özellikle Tapetes adı verilen halı ve kilimleri ile ünlüdürler.

Frigler, Kimmerler tarafından yıkılmıştır. Friglerden günümüze kalan en önemli eser Kral Midas’ın Mezarıdır.

 

LİDYALILAR (M.Ö. 687 – M.Ö. 546)

Tarihte bilinen ilk parayı kullanmalarından dolayı, Lidyalılar da İlk Çağ Anadolu uygarlıkları arasında önemli bir yer edinmektedir.

Batı Anadolu’da Menderes ve Gediz Irmakları arasında kalan bölgeye Lidya, orada yaşayanlara ise Lidyalılar denilmiştir. Hint-Avrupa kavminden olan Lidyalılar bu bölgeye doğudan gelmişlerdir. Lidyalılar, Hititlerin daha sonra da Frigyalılar’ın egemenliği altına girmiştir.

Lidyalılar’ın dili Hitit Dili ile benzerlik göstermektedir. Frigler’in yıkılmasıyla Lidyalılar milattan önce 680 yılında bağımsız bir devlet kurmuşlardır. İlk kralları Giges’tir. Başkentleri Sardes’tir. Bu o dönemin en büyük ve en zengin kentidir. Giges çok güçlü bir ordu kurup sınırlarını doğuda Kızılırmak’a kadar genişletti. Kimmerlere karşı yürüttüğü savaşlar sırasında Asurlular’la işbirliği yaptı ve Kral Yolu’nu Asur’a kadar götürdü. Milattan önce 585 yılında Medler’le barış yapılarak Kızılırmak Lidyalılar’la Medler arasında sınır oldu.

Lidyalılar parayı ilk kullanan medeyinet olmuştur. Parayı yapmak için altın, gümüş ve elektrolit kullanırlardı. Lidyalılar, Anadolu uygarlıklarından farklı olarak ordularını paralı askerlerden oluşturdular. Ancak paralı askerlerde vatan ve millet ruhu olmadığından savaşlarda pek başarılı olamadılar.Son kral Kroisos zamanı devletin en parlak ve en zengin dönemi olmuştur. Ancak Pers İmparatorluğu’nun ani bir saldırısı sonucunda bu zengin devlet, tarihe karışmıştır.

 

İYONYALILAR (M.Ö. 1200 – M.Ö. 546)

İyonya, antik dönem boyunca Yunan dünyasının en önemli merkezlerinden biri olan günümüz Türkiye’sinin Küçük Asya bölgesinde, Anadolumuzun Ege kıyısındaki orta bölgeye verilen isimdir. Bu bölgede Yunanlılar, aralarında Sakız ve Sisam adalarının da bulunduğu, geriye kalanların ise dağlarla çevrili kıyı şeridi boyunca uzanan bir düzine mini devlet kurmuşlardır. M.Ö. 6. yüzyılda İyonya, Yunanistan’ın entelektüel yaşamının yoğunlaştığı, klasik Yunan uygarlığının başlangıç evresine verilen bir isim olan ”Yunan Uyanışı” ya da ”İyonya Uyanışı” diye bilinen bir dönem olmuştur.

Kara yoluyla ulaşımdan çok daha ekonomik, hızlı ve verimli olan denizi, bir ulaşım yolu olarak kullanan Yunanlılar, büyük bir güçle çatışmayı kaçınılmaz hale getirecek derecede genişleyip büyüdüler. Yunanların kontrolü altındaki Yunan-İtalyan-Sicilya ticaret yolu, Doğulu Hint-Pers-Fenike ile giderek daha fazla rekabete girdi ve aralarında yaşanan bu ticari çekişme savaşa giden ortamı hazırladı. İyonya, Yunan-Pers Savaşları’nın (sıklıkla Pers Savaşları olarak da bilinir) ilk ortamı olmuştu.

İyonya, M.Ö. 1000 yılı civarında ATİNA bölgesinden gelen Yunanlılar tarafından sömürge altına alınmıştır. İyonya’daki ticari faaliyetler, o dönemde deniz ticaretinin lideri olan Fenikelilerle rekabet halindeydi. Fenikelilerin askeri gücü de yaptığı deniz ticareti de zayıfladı ve Yunan kent devletleri Fenikelilerin Asur’a tabi olmasından yararlanarak giderek önde gelen deniz tüccarlarına ve denizcilere dönüştüler. Batıda bulunan bazı Fenike kolonileri varlıklarını bağımsız olarak sürdürdü ve Yunanlıların karşılaştıkları tek ciddi rekabet KARTACA’nın büyüyen gücüydü.

İyonya kentleri, M.Ö. 6. yüzyılda Yunanistan’ın entelektüel önderleri haline geldiğinde, Milet antik kenti entelektüel bir devrimin merkezi haline gelmişti. Bu dönemde kentteki hakimiyet tamamen tüccarların elindeydi ve ruhban sınıfının önemli bir toplumsal etkisi söz konusu değildi. İyonyalı entelektüeller ne dinden fazlasıyla etkilenmiş ne de hakikati ya da ilahi vahyi savunan antik kitaplar yüzünden sınırlı kalmışlardır. Hatta Homeros şiirleri bile henüz belirli bir biçime girmemişti. Miletliler uzak coğrafyalara yolculuk yapmaya alışkındı ve Lidya, Babil, Fenike ve Mısır uygarlıklarının sağladığı katkılardan yararlanmışlardı.

Matematik bilgisi, dış ticaret ve coğrafya, astronomi, navigasyon teknikleri, tüm bu kavramlar sayesinde Milet zenginleşmişti. Bu arada zenginliğin getirdiği rahatlık ve düşünce özgürlüğü yaygın olarak kabul görüyordu.

Bazı ünlü İyonyalılar; tıpta Hipokrat, tarihte Herodot, felsefe’de Diyojen, matematikte Pisagor, Tales gibi bilim insanları yetişmiştir. Çok tanrılı din anlayışı vardır.

Tabiat kanunları çerçevesinde idare edilen bir evren kavramını tabiatüstü izahların yerine koyan devrimsel nitelikteki görüş, Milet antik kentinde yaşayan Thales (Yunanca: Θαλῆς) adlı bir şahısla başlamıştır. Persler Milet’i ele geçirdiler, kentteki tüm erkekler katledilip, kadınlar ile çocukları esir aldılar ve o günden sonra kent sıradan bir kasabaya dönüştü. Salamis Deniz Muharebesi’nde (M.Ö. 480) İyonya kentlerinin yeniden bağımsızlıklarına kavuşup Atina ile birlikte Attika-Delos Deniz Birliği’nin kurulmasına katkıda bulundukları belirleyici Yunan zaferine kadar Pers kontrolü tüm İyonya’da yeniden sağlandı.

Urartular (MÖ 900 – MÖ 600)

Urartular başlangıçta Tevrat’ta geçen Ararat kavramı ile ilişkilendirilmiştir. Tevrat’ta bu terim İbranice yazımla “rrt” olarak geçer ve bu kavram Ortaçağ’da yanlışlıkla Ararat olarak okunmuştur. Bu kavramın Mezopotamya’nın kuzeyindeki dağlık bölge için kullanıldığı anlaşılmaktadır.  Sesli harflerin yanlış kullanımıyla Ararat olarak okunan Tevrat’ta ki “rrt” teriminin, Urartu olarak okunması gerektiği ortaya çıkar. Böylelikle Tevrat’ta kuzeyin bu dağlık bölge için kullandığı ismin, Assur’un kuzeyindeki ezeli düşmanı Urartu’yu ifade ettiği anlaşılmış oldu.

Assur belgelerinde kullanılan Urartu tanımına karşın Urartular kendilerini aynı isimle tanımlamıyorlardı. Urartu kralları, yazıtlarında kendilerini Biainili Ülkeleri’nin bazen de Nairi Ülkeleri’nin kralı olarak adlandırırlar. Urartu-Biainili eşitliğini çift dilli (Bilingual) Urartu yazıtlarından öğreniyoruz. 

MÖ 1. binyılda dönemin koşulları çerçevesinde Anadolu ve Kafkasya coğrafyasında merkezi bir devlet kavramını tanımladığımızda bu kriterlere uyan yegâne oluşumlardan biri hiç şüphesiz Urartular’dır.

MÖ 1. binyıl kronolojisi bağlamında Assur ve Urartu’nun ön plana çıktığı görülür. Urartu’nun sınırları, ana merkezleri ve yayılım alanları dikkate alındığında Van Gölü Havzası, Ermenistan ve Aras Havzası’nda krali merkezlerin yoğun olarak yer aldığı görülür. Kuzeybatı İran’da ise Urmiye Gölü çevresindeki ovalarda bir yapılaşmaya gidildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanında Elâzığ-Malatya, Tunceli, Yukarı Murat Havzası, Erzurum-Erzincan bölümü de Urartu’nun etki alanı içinde yer alan diğer bölgelerdir. Ancak Doğu Anadolu yüksek yaylasının olumsuz iklim koşullarına ve dağlık bölgenin dezavantajlarına rağmen, yaklaşık 250 yıl bölgede egemenliğini sürdürebilmiş bir siyasi yapıdır Urartular.

Assur yıllıklarından anlaşıldığı kadarıyla, Urartu’nun devlet örgütlenmesinin ilk adımları Arame ile başlamakla birlikte merkezi devlet sistemine geçiş Lutipri oğlu I. Sarduri (MÖ 840-830) ile devam etmiştir. I. Sarduri adı, Van Kalesi’nin güneybatı eteklerinde yer alan Madır Burç üzerinde geçer ve I. Sarduri Assurca yazılan bu kitabede kendini “Nairi topraklarının kralı” olarak tanıtır. “Büyük kral Lutipri’nin oğlu, kudretli kral, Kâinatın kralı, Nairi ülkesinin kralı, Eşi olmayan kral, Savaştan korkmayan dehşet verici çoban, Kendine boyun eğmeyenleri mahveden kral Sarduri’nin yazıtı (Ben) Lutipri’nin oğlu, krallar kralı Bütün krallardan vergi kabul eden Sarduri’yim.” Van Kalesi’ndeki bu yazıt, Urartu’nun şu ana kadar tespit edilebilen ilk yazılı belgesidir.

Urartuca metinlerde kendi ülkelerine verdikleri isim olan Biainili ve başkentleri Tuşpa’nın yazıtlarda geçmeye başladığını görürüz. Ulusal tanrı Haldi, panteonun başı olarak ilan edilir. Aynı dönem Yakın Doğu’da güç dengeleri de yavaş yavaş değişmeye başlar. Kafkasya ve İran coğrafyasından gelen Kimmer ve İskit gibi göçebe topluluklar, merkezi devlet yapılarını tehdit etmeye başlar.

MÖ 7. yüzyılın sonlarında İran’da güçlenmeye başlayan Medler, Assur için tehlike oluşturmaya başlamış ve nihayetinde MÖ 612’de Assur’un yıkımına neden olmuşlardır.

Bunun yanında Van Gölü Havzası’nda da kazılmış merkezlerden, Ayanis başta olmak üzere Toprakkale ve Kef Kalesi gibi yerleşmeler bu zenginliği yansıtır.

Urartu Devleti, yaklaşık 250 yıl boyunca Doğu Anadolu Bölgesi’ne altın çağını yaşatmıştır.  Doğu Anadolu Bölgesi’nin sert iklim koşulları ve geçit vermez topoğrafyasına rağmen, yüksek bir medeniyet üretmiş olan Urartulardan sonra Doğu Anadolu;  Selçuklu , Osmanlı imparatoruğundan sonraki Türkiye Cumhuriyetinden sonraki dönemler hariç tutulursa, bir daha aynı gelişmişlik düzeyine ulaşamamıştır.