Al Bayrağın dalgalandığı bu kutsal topraklarda,
Doktorlar hiçbir zaman sadece ( ! ) doktor olmadılar,
Onlar bu güzel Vatan’a meftundular,
Onlar hep Hilal’in gölgesinde ışığı yıldızda aradılar… Uzm. Dr. Ali COŞKUN
14 Mart Tıp Bayramı’nın, genç doktorların 1919’da güzel vatanımıza kurtarmak için başlattıkları ilk direnişlerden biri olduğunu, artık son yıllarda çoğu okur-sever ve araştırmacı öğrenmiştir. Bilmediğimiz öz tarihimiz öğrenildikçe, daha nice kahramanlıklar da gün yüzüne çıkacak, gelecek nesle umut aşılayacaktır. Aşağıdaki satırlarla sizlere aktaracağım bu makalede de yine başrolde hekimler var. Kurdukları etkili bir cemiyet olan Türk Ocağı, kökleri mazide olmasına rağmen, Devlet-i Aliyye’den Genç Cumhuriyetimize intikal eden nadir bir topluluktur.
“Sırf milli ve içtimai bir vaziyette kalacak, asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hadim bulunmayacaktır” Bu cümle Türk Ocağı kuruluş tüzüğündeki kuruluş amacından aktarılmıştır. Devlet-i Aliyye ( Büyük Devlet )’nin başında bulunan Ulu Hakan Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın 1909 yılında dış güçlerin destek verdiği içerdeki hainler tarafından, derdest edilerek tutuklanmasından sonra, Ülkenin üstündeki kara bulutlar iyice artmıştı.
Devlet-i Aliyye içindeki başıbozukluğu fırsat bilen hain ayrılıkçılar dört bir yandan sırtlanlar gibi Devlet-i Aliyye’ye saldırmaya başlamışlardı. Kolay değil tahta çıktığında, Osmanlı’yı 2 ayda parçalarız dedikleri Devlet-i Aliyye, Ulu Hakan’ın eşiz dehası sayesinde tam 33 yıl ayakta kalmış, ama artık sahipsiz kalmıştı. Ayrılıkçı hainler, bir bir ayaklanmaya, Devleti parçalamaya yönelmişlerdi. Bunların önüne geçmek için Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi akımlar geliştirilip uygulamaya konulmuş, fakat Ulu Hakan gibi bir lider de bulunamadığından sonuç alınamamıştı. Mevcut durumun milli birliği ve ülke bütünlüğünü korumaya yetmeyeceği, kısa zamanda emperyalist güçlere yem olunacağı anlaşılmıştı. Hele bu Ülkeye kaş yapayım derken göz çıkaran, Ulu Hakan’ı dış mihrakların kandırarak ustaca yönlendirmesiyle taht’tan indiren, İktidardaki İttihat ve Terakki Cemiyeti, şeklen milliyetçi bir görüşü temsil etmesine rağmen, siyasi istikrarı asla sağlayamıyor, ayrılıkçı faaliyetlerin önüne geçemiyordu. Ülkede tam bir kaos ve endişe vardı. Bu durum, ülkenin dertleri ile ilgilenen genç aydınları özellikle de Tıbbiyelileri derinden üzüyor, onları ülke ve millet sorunlarına çareler aramaya yöneltiyordu.
Vatan’ın içinde bulunduğu tehlikelere reaksiyon olarak Milliyetçi duruş o zamanki şartlara göre en faydalı taraftı. Her zaman topluma sadece şifa dağıtmanın ötesinde yön de veren aydın Hekim grubu bu duruma da kayıtsız kalamazdı. Nitekim bu puslu havada ilk önemli kıvılcımı zamanın Askeri Tıbbiye Mektebi başlattı. Buradaki Vatanperver Tıbbiye Talebeleri, hem hekimlik öğrenimi görüyorlardı, hem de yurt ve millet sorunları ile ilgileniyorlardı.Tam tamına 190 Askeri Tıbbiye öğrencisi, Ülkenin sorunlarının çözümü ve tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik bir “gönüllüler kuruluşu” oluşturmak istiyorlardı. Buradaki esas amaç toplumu duyarlı hale getirmek ve halkı aynı ülkü’de birleştirmekti. Gönüllerini ve güçlerini birleştirdikleri meslektaşlarıyla, Türk toplumunu bilinçlendirmek için gerekli uğraşları vermek, ülkenin kurtuluşu için planlamalar yapmak, sonra da bu planları eyleme dökerek, ülkeyi bu felaket çemberinden çıkarmak nihai hedefleriydi.
Bu amaçla ilk toplantılarını yapmak için, 24 Mayıs 1911’de başta dönemin ünlü Türkçüleri olmak üzere, birçok tanınmış ülkenin Vatanperver aydınına mektuplar yazdılar ve 21 kişilik de bir girişimciler kurulu oluşturdular. Dikkatinizi çekerim : Hemen her dernek veya cemiyet 3- 5 kişinin ön ayak olmasıyla kurulur sonra büyür, burada ise daha kuruluş aşamasında 190 tıp öğrencisi var.
Gönüllüler Kuruluşu’na ilişkin çalışmalar 1911 yılında başlayıp gelişmiştir. Vatanı bu buhrandan kurtaracağına inanılan Türkçülük düşüncesini yayacak ve yaşatacak bir derneğin kurulması ve adının da “Türk Ocağı” olması, 3 Temmuz 1911’de yapılan bu toplantıda kararlaştırıldı. Bu toplantının yapıldığı tarih, bu yüzden Türk Ocağı’nın “fiili” kuruluş tarihi de sayılır. Çünkü o toplantıda kuruluş işlemlerini gerçekleştirecek bir “geçici yönetim kurulu” seçilmiştir. Türk Ocağı’nın resmi olarak kuruluş tescil tarihi ise 25 Mart 1912’dir. Bu 190 Tıbbiyeli genç, o kadar makam ve gösterişten uzak, sadece memleketin istikbalini düşünen gençlerden oluşuyordu ki, yönetim kuruluna sadece 1 temsilci ( Fuat Sabit Ağacık ) vermişler, bu önemli kuruluşu da bu millete armağan etmişlerdir.
Türk Ocağı Tüzüğüne göre derneğin amacı : “Akvam-ı İslamiyenin ( Müslüman Milletler’in ) bir rükn-i mühimmi ( mühim bir direği ) olan Türklerin, milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ( gelişme, ilerleme ) ve i’lasıyla ( yükselmesiyle ), Türk ırk ve dilinin kemaline ( eksiksiz, en yüksek değer ) çalışmak” idi.
Türk Ocağı Derneği, bu amacını gerçekleştirmek için “Türk Ocağı adı ile vatanın mümkünse her yerinde kulüpler, şubeler açacak, buralarda dersler, konferanslar, müsamereler düzenleyecek, kitaplar ve makaleler yayınlayacak, hatta mektepler açmaya çalışacak”tı. Türk Ocağı bunu yaparken, tüzüğünde belirttiği amaca ulaşmağa çalışırken “Sırf milli ve içtimai bir vaziyette kalacak, asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hadim ( hizmet eden ) bulunmayacaktır” kararını almış idi. Yani bu Ocak, siyaset ile irtibatlı olmayacaktı.
Tüm Ülkede heyecan ve ümit oluşturan Türk Ocağı İstanbul merkezinde faaliyet gösterirken, Anadoluyu da ihmal etmiyor,İzmir’de, ege bölgesinde ve tüm yurtta olmak üzere, belli başlı şehirlerde şubeler açıyordu. Şube sayısı 1919’a gelindiğinde 35 olmuştur. Önce Mondros ardından Sevr Paçavraları uyarınca, Osmanlı yurdunu işgal etmeğe başlayan emperyalist ve kan emici, sömürgeci, istilacı güçler, Aziz Milletin milli duygularını harekete geçirmeye, onlara karşı koymaya teşvik eden, Fatih ve Sultanahmet mitingleri gibi direniş toplantıları yapan, belli ki bu güzel Vatanı kendilerine bırakmayacakları anlaşılan bu Hekim orijinli Türk Ocaklarını, tüm yurtta kapatmaya başlarlar. Emperyalist sömürgeci düşmanlar, Ziya Gökalp gibi bazı üst düzey Ocak yöneticilerini Malta adasına sürgüne gönderdiler. Bu arada Türk Ocağı’nın diğer genç hekim elemanları ve hekim dışı elemanları da, Ülkenin kurtuluşu için topyekün cephelere koşmuşlar ve bu nedenle de Ocak faaliyetlerini, kurtuluş savaşı boyunca sürdürememişlerdir.
Nihayet Milli Mücadelemiz 1922 yılında zaferle taçlanınca, Türk Ocağı’nın faaliyet ve çalışmaları da yeniden başlar. Kapatılan şubeler fazlasıyla yeniden açılır ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın desteği ile bunlara bir çok yenileri katılır, Ocakların sayısı, 1928 yılı başında 141’e ulaşır. Genel Merkez bu dönemde İstanbul’dan Ankara’ya taşınır. Ankara Merkez’de birçok bilimsel ve sosyal toplantılar, kültürel etkinlikler düzenlenir, çok sayıda da eser yayınlanır, topluma her harekette önder ve yararlı olmaya çalışırlar.
Yukarıdaki fotoğraf Ankara Türk Ocağı Binası :Türk Ocağı merkez binası için bir proje yarışması açıldı. Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun projesi birinci oldu.
Atatürk, binada Türk süslemelerinin kullanılmasını istemiş ve yalnızca Türk işçilerinin çalışmasını emretmişti. Türk ocağı inşaatına 1925 tarihinde başlamış ve 1.5 yılda tamamlanmıştı. Ankara’da ilk beton bu binada kullanılmıştır.Ayrıca, ”binanın inşaatının her şeyinde yalnız Türkler çalışacak, yabancılar hiçbir yerde görev almayacaklar” emrine karşılık, ne yazık o günlerde teknik elemanların ve ustaların büyük bir bölümü yabancı kökenli idiler. Türk ustaların çoğu Kurtuluş Savaşı’nda görev almış çoğu şehit olmuş yada sakat kalmışlardı. Ama yine de emir yerine getirilebilmiştir.
Takvimler 1927 yılını gösterdiğinde Ocağın tüzüğü değiştirilir, düzenlenen o maddeye göre : “Cumhuriyet, milliyet, muasır medeniyet ve halkçılık mefkurelerini takip eden Türk Ocağı, mefkureleri tahakkuk ettirmekte olan Cumhuriyet Halk Fırkası ile devlet siyasetinde beraber olacaktır ” diye belirtilir. Yani, o ana kadar siyaset bulaşmayacak denilen Türk Ocağı, siyasete bulaştırılmıştı, bundan böyle de Cumhuriyet Halk Partisine hizmet edecekti. Bu yapay ve emrivaki birleşme, kısa sürede fikir ayrılıklarını gündeme getirecekti. Bu nedenle Türk Ocağındaki Türkçü, Turan ve Milli fikirlerden rahatsız olan ve belki de o zamanki Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliğinden gelen tazyikler sonucu ( Çünkü o zamanlar SSCB içindeki Türkleri de TURAN Ülküsüyle kucaklayan bir Türk Ocağı yapısı vardı ve bu durum SSCB’yi oldukça rahatsız ediyordu ), Cumhuriyet Halk Partisi Yönetimi, 1931 yılında, Tüm Türkiye’de Türk Ocaklarının kapatılması ( 264 şube ) için karar alır, mallarını ( 141 parça gayri menkul ) da Cumhuriyet Halk Partisine aktarır.
Kapatıldığı ana kadar Türk Ocağı’na maddi ve manevi büyük destek veren, hatta Ocağa kişisel maaşından yüklü bağışlarda bulunan, gezi ve ziyaret için gittiği yerlerde varsa Türk Ocağı şubesini mutlaka ziyaret eden ve en önemli demeçlerini oralarda veren Atatürk‘ün siyasi bir zorunluluk olmadan Türk Ocaklarının kapatılmasına izin vermesi imkansızdı ama olmuştu, belki o gün için anlaşılamazdı, ama burada da, SSCB ile ilişkiler, Milletler arası dengeler, o zamanki şartlara göre Türk soydaşlarla yakınlaşmanın daha sonra her iki tarafa da yükleyeceği sıkıntı içeren sorumluluklar ve Genç Cumhuriyetimizin o tarihlerde bu sorumluluğun getirebileceği sıkıntıları henüz kaldıramayacak oluşu da, durumu bizler için bugün daha anlaşılır hale getirmektedir . Nitekim ilerleyen günlerde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bu hususta üzüntülü olan bir dostuna “Türk Ocaklarının kapatılmasından dolayı ben de çok üzgünüm. Ama ben Türkiye’nin Cumhurbaşkanıyım. Bazen hiç istemediğim uygulamaları yapmak veya yapanlara izin vermek durumunda olabilirim.” demiştir.
Türk Ocağı’nın İkinci Kuruluşu
Türk Ocakları, 18 yıllık bir aradan sonra, İstanbulda 1949 yılında yeniden kurulmuş ve faaliyete başlamıştır. Gençlerin yoğun ilgisi ve desteği 1954 yılından başlayarak faaliyetleri artan Ocak, 1958’de Genel Merkez’in İstanbul’dan Ankara’ya nakledilmesi ile daha etkili çalışmalara yöneldi. Türk Ocaklarının faaliyetlerini genişletmek, özellikle de Türk dünyası ile ilişkileri geliştirmek amacıyla kurulması kararlaştırılan “Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı” 1988 yılında resmilik kazandı.
Türk Ocağı Genel Merkezi, günümüzde 50’den fazla şubesi ile ilişkilerini düzenli bir şekilde sürdürmekte, güz aylarında yeni faaliyet dönemi çalışmaları hakkında bilgi ve görüş alış verişi yapmak üzere bölgedeki şubelerin yetkililerinin katıldığı Bölge Toplantıları yapmaktadır. Bu toplantılar yeni dönem çalışmaları için bir kılavuz görevi sağlamaktadır ( Makale için Yararlanılan Kaynak : Prof. Dr. Necmeddin Sefercioğlu).