Dr. Ali COŞKUN,
Ordu Tabip Odası Başkanı
İnsanlık tarihi, belki de en büyük savaşlarını, salgın hastalıklar ‘a karşı vermiştir.
Bu salgın hastalıklar ‘a verilen savaşlar bazen sadece bir toplulukta veya bir bölgede oluşan salgın (endemi, epidemi) şeklinde, bazen de dünyada birçok ülkede oluşan epidemilerin toplamı şeklinde ( pandemiler) şeklinde ortaya çıkmıştır.
Her salgın insanlığa birşeyler öğretmesine rağmen, öğretemediği onlarca şey vardır ki, insanlık her defasında gafil avlanmıştır.
Dünya tarihinde çeşitli zamanlarda tekrarlanan bu salgınların en büyüklerinden biri olan veba salgını, Avrupa’da ilk kez o zamanki adı Konstantinopolis olan İstanbul’da görülmüştür. Aşağıdaki resim o anları tasvir etmektedir.
Orta çağda M.S. 542 yılında Mısır’da başlayan salgın, ticaret gemileri ve karayollarını izleyerek önce Justinianus’un Konstantinopolisine, oradan da İrlanda’ya kadar ulaşmıştır. Üç yıl sürmüş ve çok can almıştır. Aşağıdaki mozaik resimde de Bizans’ın o dönemdeki imparatoru Justinianus ve imparotoriçe Theodora resmedilmiştir.
Ondördüncü yüzyılda 1347-1351 yılları arasında görülen ikinci salgın da Doğu’dan Çin’den yayılmıştır. Bu salgına, vücutta koyu renkli şişkinlikler oluşması nedeniyle Kara Ölüm veya Kara Veba adı da verilmiştir. Avrupa’da 25 milyon insan ölmüştür. Orta Çağ’da veba, avrupa’da salgın yapmadan önce tüm avrupa’da yaşam koşulları tam da salgına uyumlu, salgının daha da yayılmasını kolaylaştırıcı hale gelmişti. Çünkü çok kötüydü.
Bazı araştırmacılar da olayı gezegenlerin uzaydaki konumlarına bağlamışlardır ; 1345`de Mars, Satürn ve Jüpiter’in birleşmesinden dolayı salgın olduğunu düşünmektedirler.
Çin kökenli Veba, ipek yoluyla Avrupa’ya taşınmıştır. Aslında Veba salgını, Çin’de başlamıştır. Asya’lı tüccarların Çin’den aldıkları vebalı kürkleri, satmak amacıyla pire ve farelerle dolu ticari gemileriyle, deniz yoluyla avrupa’ya taşıması ile, Veba da avrupa’ya taşınmış oldu. Hastalık mikrobunu insanlara pireler iletiyordu.
Avrupa’da ilk giriş yeri olan İtalya’dan başlayarak bütün Avrupa’ya gemilerle yayılmıştır. O dönemin Avrupa şehirleri orta çağın karanlığındaydı ve bu veba’ya zemin hazırlıyordu.
Bu şehirlerde hijyen kurallarına uyulmaması ve fareler, salgının çok hızlı bir şekilde yayılmasına neden olmuştur.
O dönemin Avrupası’nda insanlar, dışkılarını ve çöplerini sokaklara atardı, çok ama çok seyrek yıkanırlardı. Aynı zamanda hayvanlarla iç içe yaşarlardı. Hızlı nüfus artışı, iklim koşullarında bozulma, gerileyen tarımsal üretim, yükselen fiyatlar, yaygın açlık ve feodalite gibi geleneksel kölelik zihniyeti, bu olumsuz tabloyu daha da derinleştiren ana unsurlar olarak karşımıza çıkar. Artık o dönemdeki Avrupa nüfusu, kabuğuna sığamıyordu, dopdoluydu, hijyen koşulları olabildiğince aşağı seviyelerdeydi.
Bütün bu etkenler, hastalığın yayılmasını hızlandırmıştır. Veba, farelerin taşıdığı bit, pirelerle yayılmıştır çünkü onlar da veba bakterisini taşırlar. Salgının etkeni yani bakterisi “Yersinia pestis” dir.Tabi bu o zamanlar bilinmiyordu
Veba, 3 yılda Avrupa nüfusunu % 60- 70 azaltmıştır. Doktorlar çaresiz kalmışlardır. Çünkü orta çağ tıp olarak karanlık bir çağdır ve ilaçlar, antibiyotikler henüz daha bulunamamıştır. Banyo yapmak bile sağlıksız bir durum olarak görülüyordu. Halk cahillikte zirve yapmıştı.
Aynı yıllarda Kırım Tatarları, İtalya’daki Ceneviz limanını ( Cenova ) kuşatmışlardı ve onlarda da Veba görülmekteydi . Bu tip Vebalı tatar askerlerini mancınıkla Ceneviz şehrine atmaları, Veba’nın İtalya’ya ve avrupa’ya girişini hızlandırmıştır. Bu yöntem : Tarihteki ilk Biyolojik Savaş’tır.
Genellikle akciğerleri etkilenen Veba hastası insanlar, hastalığı diğer insanlara kolaylıkla bulaştırabiliyorlardı. O nedenle doktorlar hastaları yüzlerine taktıkları değişik bir maske olduğu durumda ancak muayene edebiliyorlardı.
Belki ilk salgında bulaşıcılık tam anlaşılamadığı için değil ama, sonrasındaki salgınlarda doktorlar tarafından hasta muayenesi esnasında giyilen Veba muayene kıyafeti ve kuş gagalı maskesi. Doktorun elindeki şamdanda sakız ağacı yaprakları yakılarak ortama koku yayılırdı. O zaman bu kokunun havadaki vebayı yok edeceğine inanılırdı.
1350’li yıllarda dünya nüfusunun her dönemden daha fazla artmasıyla, mevcut üretilen besin kaynaklarının da adaletsiz olarak dağıtılması sonucu, avrupa’da kıtlık başlamıştır. İnsanların vücut dirençleri düşmüştür. Ayrıca Avrupalılar sık yıkanmıyorlar, tuvalet hijyenleri de çok kötü olan bir toplumdu. Bu durum da salgını oldukça kolaylaştırmıştır. Avrupa sokaklarının insan pisliği ve çöplerle dolu oluşu, insan cesetlerinin ulu orta sokaklarda kalışı, hastalığın bölgede yayılmasını kolaylaştırmıştır.
Veba mikrobunun ( Yersinia Pestis, 1894 yılında bakteriyi bulan Fransız bakteriyoloğun adından dolayı verilmiştir, bakteriyolog Alexandre Yersin ) taşıyıcısı konumundaki fareler ile hastalık vücut direnci düşük toplumu kolaylıkla teslim almıştır. Özellikle yoksul insanlar ve yaşlılar en kolay hedef olmuştur. Kıtlığın ilerleyerek üst zengin ve soylu tabakayı da vurması sonucu Veba salgını, yüksek sosyete’de de görülmeye başlamıştır. Nice krallar, nice kralların çocukları, başpiskoposlar, aristokratlar hepsi bu hastalıkla en sonunda da olsa tanışmışlardır. Tüm Avrupa şehirlerinde büyük ölümler görülmüştür. Hastalık oradan da orta doğu’ya ve kuzey Afrika’ya yayılmıştır.
Bulaştıktan sonra hastalık 1 haftada ortaya çıkıyordu. Bulguları : Halsizlik,Ateş ve titreme, kusma, ishal, Nefes darlığı, Baş ağrısı, sırt ağrısı, kasık ağrısı, deride yumurta gibi çıkan şişlikler, dil renginde koyulaşma, kanamalar, vücutta siyaha dönük morarmalar ( kara ölüm ), iç kanamalar, burun kanamasıydı. Hastalığa yakalanan hastalar ilk belirtilerin ortaya çıkmasından sonraki 3 gün içinde maalesef ölüyordu.
Halk arasındaki inanış’a göre avrupadaki o zamanlar mevcut Kirli havanın veba salgınını yaydığı düşünülmüş, ciltlerinin üzerinde kir tabakası uzun süre kalırsa ve cildi zırh gibi korursa, hava almazsa hastalığın kendilerine bulaşmayacağına inanmışlardı ve bir dizi önlem için : Bu kirli havanın tütsü yakılıp güzel kokmasıyla ve uzun süre yıkanılmayarak hastalığın kendilerine bulaşmayacağına inanıyorlardı.
Veba salgınında bir çok günahsız kadın ve erkek, cadılık ve büyücülük ile veba’yı kendilerine musallat ettiği suçlamasıyla canlı canlı yakılarak ya da suda boğularak öldürülmüştür. Evinde kedi besleyen yalnız kişilere, ‘’ Cadı ‘’ yakıştırması yapılıyor ve kedileriyle birlikte öldürülmelerine karar veriliyordu. Öldürülenler genellikle nedense hep dilenciler, Yahudiler ( içme sularına zehir kattıklarına inanılıyordu ), Çingeneler olmuşlardır.
Kedilerin parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu kedilerin, “cadıların” büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi bu yüzden katledildi. Fakat maalesef bu da vebayı daha da hızlandırdı. Çünkü vebayı taşıyan farelerin tek düşmanı kedilerdi, kediler veba salgınını yayan fareleri avlıyordu.Artık avcı yoktu, sahne farelerin taşıdığı veba’ya kalmıştı.
Özellikle Kedilerin öldürülmesi, salgını daha da artırıyordu , salgını yayan konumunda olan fare nüfusu da giderek artıyordu. Kedilerin sayısının azalması, fare avcısı kedileri bu işte yetersiz bırakıyordu.
O dönemde Avrupalılar, Veba salgınının işledikleri günahlardan dolayı insanlara musallat olduğunu düşünmekteydiler, Bu olsa olsa Yüce Yaratıcının onlara bir cezasıydı ve kendilerini kırbaçlayarak, Tanrı’nın bu cezayı kendilerinden kaldıracağına inanıyorlardı. O nedenle o yıllarda kendini kırbaçlama yöntemi adeta bir ibadet halini almıştı.
Veba 1400 ve 1700 yılları arasında yeni salgınlar yaptıysa da ilk salgın tam bir felaketti. İlk salgında ( 1350 ) Avrupa’da tüm düzen adeta yerle bir oldu. İlk salgın sonrası Avrupa’da Tarım durdu, çünkü tarım yapan fakir konumdaki işçiler veba’da ilk kurban oldukları için, geride kalan az sayıda işçi, daha pahalı ücrete çalışmak isteyince, tarım artık lüks tüketim oldu. Avrupada ayaklanmalar, kaos ve kargaşa da çıkmıştır, çünkü Veba nedeniyle Kıta’nın yarı nüfusu öldüğü için işçi grubu kalmamıştı, kalanların da işçilik fiyatları çok ama çok yükselmişti. Yiyecek ücretleri düştü ve arazi değerleri de neredeyse yarı yarıya ucuzladı. Toprak sahipleri büyük kayıplar yaşadı fakat bu süreç, hayatta kalan sıradan kişiler için kazançlı oldu. Yiyecek fiyatları ucuzladı, arazi bollaştı, aynı zamanda veba salgını nedeniyle ölen akrabalarından kişilere mal ve arazi miras kaldı, şaşkınlık içinde birden zengin oldular, bu da feodalizmin dengelerini kökünden sarstı.
Bunun üzerine Devletler köylüleri ve işçileri düşük ücretle çalışmaya zorlamışlardır fakat bu ters tepmiş, İngiltere, Fransa, İtalya ve Avrupa’nın her yerinde halk ayaklanmaları, yağmalar ortaya çıkmıştır. Bu salgının etkileri Avrupa milletlerini 200 yıl etkilemiştir. Bu gün bile avrupada bir kaos çıksa hemen dükkanlar yağmalanır. Bu o zamanlardan kalan bir alışkanlıktır.
Avrupada zaten kıtlık vardı, bu gelişmelerle daha da artmıştır.
Avrupa enflasyonla belki de ilk kez o zaman tanışmış oldu çünkü her şeyin fiyatı kat be kat arttı. Bu salgınla birlikte özellikle Avrupa toplumları, ekonomik, psikolojik ve insani bir çöküşe girmiştir. Bu buhran döneminde liderler ortaya çıkmamış, çıkamamış, halk kendi sefalet kaderiyle başbaşa bırakılmış, ülkeyi yönetenlere güven duygusu kaybolmuştur.Başta ülkeyi yönetenlere karşı olmak üzere tüm bireyler arasında güvensizlik duygusu tüm Avrupa toplumuna hakim olmuştur. Bu güvensizlik duygusu Avrupa insanında günümüzde de hakimdir. Güvene dayalı bir toplum değildirler.
Üçüncü büyük veba salgını ise, 1896-1914 yılları arasında ortaya çıkmıştır. Çin’in Mançurya bölgesinde 1910-1911 yılları arasında onbinlerce kişinin ölümüne yol açan hastalık, 20. yüzyıldaki en büyük veba salgınıdır.
Bu üç ana salgının haricinde daha küçük veba salgınları da olmuştur ama etkileri bunlar kadar değildirler.
Orta çağ avrupasında alınan veba tedbirleri :
Avrupa’nın birçok şehrinde belediye’ler derhal veba’da görev yapacak görevlileri belirlediler : Başta hekimler olmak üzere, ölü kaldırıcılar, mezar kazıcılar, tütsücülerden oluşan bir gruba yetkiler verildi. Bu yetkiler arasında ticareti yasaklama, hastaları tecrit etme, evleri ilaçlama, sokak kapatma, işbirliğinde bulunmayanları tutuklama, hatta onlara işkence etme, özel mülkü yakma, pencerelere tahta çakma veya tuğla kerpiç örme sayılabilir. Yani o zamanın bilim kurulu.
Venedik’te de 1348 yılında bu kadar cahilliğe rağmen şehirde bir sağlık komisyonu kuruldu, ölülerin özel yöntemle kaldırılması, sokaklarda cesetlerin bırakılmaması, şehre yeni gelen yolculara karşı tedbirler alınması için kararlar alındı. İlk Halk sağlığı önlemlerinin Orta Çağ gibi karanlık bir devirde alınması tıbbının bu devirde olumlu nadir gelişmelerinden biridir. Aşağıdaki şekilde sokaklardan ceset toplayıcı görevliler karikatürize edilmiştir.
Tedbirler arasında belki de en mantıklısı, ilk ve en çok zararı gören ülke olan İtalya`da KARANTİNA ( 4 gün ) olarak uygulanmıştır. Bu tedbir, hastalık bulaşan kişileri bir yere kapatarak diğerlerinin de hastalanmasını önlemek amaçlı yapılmıştır. İtalya’nın en tarihi ve güzel şehrinde yaşayan Floransalılar karantina’yı dünyada ilk olarak keşfetmişler ve az da olsa yayılmayı azaltmayı başarmışlardır. Karantina ( Quaranta ) Kelimesinin kökeni İtalyancadır. Orta çağdan beri ekonomisi ticarete dayalı olan Venedik Cumhuriyetinde, salgın hastalık bulaşmasın diye kente gelen gemiler 40 gün şehir açıklarında denizde beklermiş. Karantina kelimesi, 40 sayısının İtalyancası olan “quaranta” kelimesinden gelir.
Karantina nedeniyle İtalya’da deniz yoluyla gelen yolcuların, limanın uzak bir yerinde önce 30, daha sonra bu sürenin yeterli olmayacağı gerekçesiyle 40 gün boyunca kalmaları zorunlu hale geldi. Karantina uygulaması İtalya’nın ardından tüm limanlarda uygulanmaya başlandı. Karantina bu gün de salgınlarda baş vurduğumuz en önemli sınırlama tedbiridir.
İtalya’nın başka bir güzel orta çağ şehri Venedik ve diğer kıyı şehirlerinde alınan sağlık önlemleri arasında ise kapı ve pencereleri açarak evleri havalandırma, evlerin sıcak su buharlarıyla dezenfekte edilmesi, veba bulaşmış olduğundan şüphelenilen her türlü eşyanın yakılması sayılabilir.
Salgının Diğer etkileri :
1348’de salgın, doktorların veya hükumet yetkililerinin herhangi bir çözüm bulamayacağı kadar hızlı bir şekilde yayılmıştı. Zaten gelişmiş olmayan tıp, tamamen çaresiz kalmıştı. Kalabalık şehirlerde nüfusun yarısı , belki daha da fazlası ölmüştü. Nüfusun daha az olduğu kırsal kesim, salgından daha az etkilenmişti. Vebalı hastalarla ve hastalıktan ölen kişilerle genellikle Rahipler ve rahibeler ilgilendikleri için hastalığın bulaştığı en çok meslek grubu onlardı ve diğer görevlilerdi..
1351 yılında Papa VI. Clement, insan kayıpları hususunda kıtadaki ölü sayısını 23.840.000 olarak bildirilmiştir.
Vebanın, avrupayı özellikle de floransayı yıkması , yeniden yapılanmada şehrin maksimum üretken gücünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yönetici sınıftan pek çok kişinin ölmesine rağmen, diğer şehirlerin aksine Floransa hükumeti işlevini yerine getirmeye devam etmiştir. Salgının en yoğun olduğu zamanda resmi toplantılar iptal edilmiştir fakat küçük bir grup, şehrin yönetimiyle ilgilenmeye devam etmiştir, bu da sosyal ve politik anlamda devamlılığın sağlanmasına katkıda bulunmuştur. Bu sayede diğer şehirlere göre Floransa, vebadan sonra daha büyük bir güçle varlığına devam etmiştir. Bu maksimum güç belki de Rönesans’ın bu kentten doğmasına zemin hazırlamıştır.
Kaynaklar :
- Karikatürlerle Tıp tarihi , Müslüman ve Türk ( M.S. 611-1580 ) hekimlerin önderliğinde , M.Ö. 5000 – M.S. 1800 yılları arasında , Dr. Ali COŞKUN, Tıp Doktoru, Klinik Biyokimya Uzmanı, Cinius yayınları, 1. Baskı, 2019
- Kara Ölüm, Orta Çağ’da Veba, Sean Martin, KALKEDON YAYINLARI, 2011
- Veba Geceleri, Orhan Pamuk, Yapı Kredi Yayınları,2021