İLK EMRİ ‘’ OKU ‘’ OLAN DİNİMİZ, BİLİMİN TAM MERKEZİNDEDİR !

İLK EMRİ ‘’ OKU ‘’ OLAN DİNİMİZ, BİLİMİN TAM MERKEZİNDEDİR ! O beldede bilim ve ilim’in eksik veya yetersiz oluşu, yönetici konumundaki olan kişilerin beceriksizliği ve basiretsizliğidir.Bilimde geri kalmalarının nedeni, İslam’ın bilim ve ilim hakkındaki emirlerini tam algılıyamamış olmalarındandır.Eksiklik tembellik gösteren yöneticiler, bir de bunun üstüne bilim adamlarına değer vermezler, gereken saygıyı göstermezlerse, bilim hor görüldüğü topraklarda durmaz ve göç eder.   

Kilise, 1160’lı yıllarda “Ecclesia abhorret a sanguine!” kuralı gereği (Kilise kan dökmez!) cerrahi müdahaleyi tıp biliminde kabul etmiyordu. O nedenle Hristiyan Batı’da o yıllarda hekimlerin cerrahi müdahale yapması yasaktı. Bu yasak 200 sene sonrası ilk veba salgını başlayıncaya kadar devam etti. İşte böyle bağnaz bir Batı, elbette ilk emri “Oku!” olan ve her türlü bilimsel gelişmeye “müminin yitik malı” gözüyle bakan İslam tıbbıyla baş edemeyecekti ve öyle de oldu. İslam dini tüm dünyaya olduğu kadar tıp bilimine ve diğer faydalı ilimlere bir güneş gibi doğdu. Böylece tıp bilimi İslam dini ile yeniden doğdu.

MS on birinci yüzyıl (MS 1000’ler) ve MS on ikinci yüzyılda (MS 1100’ler), İslam bilim adamlarınca tıbbın kaydettiği gelişmeyi gösterebilmiş dünyada hiçbir zaman dilimi ve medeniyet olmamıştır. Tıpta 1100’ler ve 1200’ler altın çağ olarak kabul edilirler.

İslam âlimleri tüm bilim dallarında zirveye ulaşırken kendinden önceki toplumların (Eski Mezopotamya, Orta Asya, Uygur Türk tıbbı, Antik Mısır ve Antik Yunan, Çin, Hint, İran, Roma vs.) kültür ve bilimlerini de iyice etüt etmiş, o bilgilere kendi tecrübelerini de ekleyerek, kendileri de altın buluşlar yaparak bilimin gelişmesine en büyük katkıyı sağlamışlardır.

İran (Sasani) Tıbbı: Mezopotamya tıbbından yüksek oranda etkilenmiştir. Bizans’ın zulmünden kaçan Hristiyan, Yunan, Nasturi (Doğu Asuriler, Asya’daki bir Hristiyan mezhebi) bilim adamları, Zerdüşt olan Sasani İmparatorluğu’na sığınmışlar ve bu bölgenin bilimde ve tıpta çok ileri gitmesini sağlamışlardır. Özellikle MS 300’lerde antik kent Cündişapur’da kurulan hastane bölgenin en kapsamlı hastanesiydi. İslamiyet’ten önce Arapların ünlü Hekimi Taifli Haris b. KELEDE tıp öğrenimini de burada tamamlamıştır. Hicaz’ın ünü dış dünyaya yayılan en meşhur tabibidir.

KELEDE, o devirde ilim dili olan Farsçayı çok iyi bildiğinden bilgisini çok artırdı. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (SAV), hastalandığında ve ashabı da hastalandığında Hekim Haris b. Kelede’ye tedavi olmuşlardır. Haris b. Kelede’nin Muaviye dönemine kadar yaşadığı rivayet edilir. Bir başka rivayette de Hazreti Ebubekir ile aynı yemeği yiyip zehirlenerek aynı gün birlikte vefat ettikleri anlatılır. Haris b. Kelede’nin, kendisine “Tıp nedir?” diye sorulduğunda “TIP PERHİZDİR.” dediği günümüze kadar yankılanarak gelmiştir.

Haris b. KELEDE’nin Müslüman olup olmadığı bilinmiyor. Önceleri Müslüman değildi fakat bu konuda kesin bir bilgi yoktur. O zamanki İran (Sasani) sınırlarında bulunan Cündişapur âdeta bir bilim yuvasıydı. Elbette tıp bilimi de bundan nasibini almaktaydı. Çünkü burası dünyanın dört bir yanından baskılardan, zulümden kaçan ilim ve bilim adamlarının (Nasturi, Hristiyan), tıp doktorlarının mecburen göç ettiği yerleşim yeriydi. Görüldüğü üzere etnik veya inanç noktasında hiçbir özelliğe bakılmaksızın tüm bilim adamlarına kucak açılmıştı. O nedenle Cündişapur Tıp Okulu ve Hastanesi (MS 260-350 yılları arasında I. ve II. Şapur tarafından inşa edildi.) bilimde çok ileri düzeydeydi. Cündişapur tüm bilimde ileri düzeydeydi. Cündişapur’un o devirdeki İranlı (Sasani) yöneticileri çok akıllı davranıyorlardı.

Tarih iyi incelenirse, ilme değer veren yöneticilerin kurduğu birçok ilim merkezleri mevcuttur. Tıpkı Abbasi halifelerinin başka dildeki bilim kitaplarını Arapçaya çevirtmek için gösterdikleri gayret gibi, ya da Endülüs Emevilerinin de ilim için benzer faaliyetleri gibi. Görüldüğü üzere ilmin değerini bilen yöneticiler zamanında ilim nerede ise, güç de orada olmuştur. O nedenle ilme sahip olan devletler tüm cihana hâkim olabiliyorlardı.

Eski dilde bimar, hasta demektir. Bimarhane de hastane anlamına gelir. Eski dönemde hastane yerine bimarhane kullanılırdı. Ayrıca Farsça olan “maristan” kelimesi yılanlık anlamındadır. Yılanlık ise muhtemelen tıp ve eczacılık sembolünden esinlenilerek isimlendirilmiştir. Bimarhane, maristan, bimaristan, darüssıhha, darüşşifa, şifahane, bunların hepsi eski dilde hastane anlamına gelir. Bizdeki hastane sözcüğü hospitality yani konukseverlikten türetilmiştir.

MS 550 yılı civarında Kudüs’te 200 yataklı devasa bir hastane olduğu aktarılmıştır. Hastaneler Batı’da dinsel kökenli olarak (manastır) iptidai şekilde, bakımevi gibi başlamış, dinî isimler alarak Orta Çağ’da hizmet vermişlerdir. Bunlara en iyi üç örnek: Paris’teki Hotel Dieu Hastanesi, Londra’daki Saint Bartholomew’s Hastanesi, Floransa’daki Sta. Maria Nuova Hastanesi.

Abbasiler döneminde bilim dışarıdan ithal edilerek tüm İslam âleminin hızlı bir şekilde aydınlanmasının önü açıldı. Süryani, Hristiyan, Farsi hekimlerin yazdıkları tıp kitapları, büyük paralar karşılığında tercüme edilip Arapçaya çevrildiler. Bu konuda Abbasi Halifesi Mansur çok gayret gösterdi.

Bağdat kurulduktan sonra Abbasi Halifesi Harun Reşid de Cündişapur’daki hastaneyi hekimleriyle birlikte Bağdat’a taşıttı. Böylece İslam medeniyeti şimdinin tabiriyle “teknolojiyi transfer ederek” tıp alanında ciddi ilerlemeler kaydetmiştir. Bundan sonra ise en az 700 yıl süresince tıptaki gelişmelerin merkezi ve lideri konumunda olacaktır.

İslam’da tıp, en hızlı gelişmesini Abbasiler döneminde göstermiştir. Abbasi dönemindeki tıp çalışmaları, aslında tıpta tercüme dönemi olarak da adlandırılabilir.

Cündişapur’da tıpta çok maharetli, bilgili bir aile vardı. Adı BUHTİŞU Ailesi’ydi. Bunlar, Abbasi halifesinin hastalık durumlarında onları Bağdat’a davet etmesiyle orada hizmet vermişlerdir ve tıbbın ilerlemesine katkıda bulunmuşlardır. Tıbbın İslam âleminde bu kadar ilerlemesinde Abbasi halifelerinin bilim ve tıbba önem vermesi de başrol oynamıştır.

 

Kaynak : KARİKATÜRLERLE TIP TARİHİ ; MÜSLÜMAN VE TÜRK (MS 611–1580) HEKİMLERİN ÖNDERLİĞİNDE ; ( MÖ 5000–MS 1800 yılları arasında ) © CİNİUS YAYINLARI, 2019
Dr. Ali COŞKUN, Tıp Doktoru, Klinik Biyokimya Uzmanı